Tarihin her döneminde ülkelerin gelişmişlik tanımı farklılıklar göstermiştir. Atlı ordusunun büyüklüğü, ne kadar tarım arazisine sahip olduğu, endüstriyel üretim kapasitesi ve en nihayetinde bilgiyi kullanma yeteneği, içerisinde bulundukları çağlarda ülkelerin dünya ölçeğindeki pozisyonlarını belirlemede etkili olmuştur.

Peki hiç merak ediyor musunuz?

Yaşayarak tanıklığını yaptığımız ve büyülü bir çağ imajı çizilen 21’inci yüz yılın ortalarında ‘gelişmiş’ ülkeleri nasıl sınıflandıracağız. COVİD-19 salgını ile adeta bizlere fragmanı gösterilen küresel krizlerin yakın tarihte karışılacağımız en tehlikelisi hiç şüphe yok ki İklim Değişikliği olacak. Atmosferdeki sera gazlarının (CO2, CH4, N2O ve florlu gazlar) oranı, 1750’li yıllarda başlayan sanayi devrimi sonrasında hızla artmaya başlamış, 2020 yılında karbondioksit oranı (CO2) %46’lık bir artış göstererek 280 ppm’den 414 ppm’e ulaşmıştır. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli raporları (IPCC) sera gazları içerisinde aslan payına sahip olan CO2 oranındaki artışın öncelikli sebebi olarak fosil yakıtların (kömür, petrol ve doğal gaz) kullanımı olduğunu vurgulamaktadır. Ülkemizde de fosil yakıt yanmasından kaynaklı CO2 emisyonunda enerji sektörü %41 pay ile ilk sırada yer alırken, onu ulaşım sektörü %23 ve imalat sanayi %17’lik pay ile takip etmektedir.

“Ne kadar çok fosil yakıt kullanımı, o kadar çok CO2.

Ne kadar çok CO2, o kadar çok sıcaklık artışı.

Ne kadar çok ısınma, o kadar hızlı İklim değişimi

Ne kadar hızlı iklim değişimi, o kadar çok doğal sistemler açısından korkunç sonuçlar”

İklim değişikliğinin etkilerinden kaçınabileceğimiz noktayı kaçırmamak adına tüm dünya devletleri ortak sorumluluk anlayışı ile CO2 emisyonlarını azaltacak güçlü tedbirleri mümkün olan en kısa sürede almakla yükümlüdür. Aksi durumda bu kriz, zamanla büyüyecek ve ağırlaşacak olan etkileriyle yaşayanları ve gelecek nesilleri büyük bir tahribatla karşı karşıya bırakacaktır.

Devletler, her türlü tedbiri alırken, ilgili tedbirden etkilenen herkesin de bu mücadeleye saygı gösterip bireysel katkı sunması oldukça önemlidir. İşte tam bu noktada BİSİKLET, sağlık açısından bireylere sağladığı sayısız faydalarının yanında gezegenin geleceği için de güven teminatı olabilecek bir araç. Ulaşımda özel araç kullanımını bisiklet kullanımı ile değiştirmenin çevreye fayda sağlayacağına dair çok sayıda araştırma ve kanıt hali hazırda mevcut. Örneğin ortalama bir Avrupalının günlük beslenme diyetini kullanan bisikletçiler baz alındığında bisiklet ile alınan km başına 16 g CO2 salınımı gerçekleşirken, ortalama bir otomobil için bu değer km başına 130 g CO2’dir. Bu, net bir resim sunar: bir bisikletle işe gidip gelmek veya gündelik ulaşım ihtiyaçlarını gidermek, bir bireyin karbon ayak izini (CO2 üretimini) önemli ölçüde azaltır ve gezegenimiz için muhteşem bir fayda yaratır.

Biliyoruz ki şu anda bisikletler ve e-bisikletler dünya şehirlerinde seyahat edilen mesafelerin %6’sını oluşturuyor. 2050 yılına kadar bisikletler ve e-bisikletler dünya şehirlerindeki seyahatin %14’ünü oluşturacak olsa karbon emisyonlarında genel olarak %11’lik bir azalma yaratabilecektir. Bunun geleceğimiz için ne anlam ifade ettiği ortadadır.

“2015 yılında Paris’te toplanan iklim konferansında, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 175 ülke sera gazlarından kaynaklı küresel sıcaklıklardaki artışı sanayileşme öncesi döneme göre 1.5 °C’nin altında tutmak için anlaşma imzaladı. Türkiye henüz anlaşmayı meclis onayından geçirmemekle birlikte 2030 yılına kadar sera gazı emisyonlarını %21 oranında kadar azaltmayı beyan etmiştir.” Sanırım artık yazının başında sorduğumuz soruyu daha net cevaplayabiliriz.

2050’li yıllara geldiğimizde gelişmiş ülke statüsünde anılmanız için para ve beraberinde getireceği güçler yeterli olmayacaktır. Bunun yerine; doğal kaynaklarını daha fazla koruyan, doğaya daha az CO2 salınımı yapan, vatandaşlarına solunabilir temiz hava sunabilen, vatandaşlarına içilebilir su sunabilen ve yenilenebilir enerjiden (güneş, rüzgâr vb) daha fazla faydalanan ülkeler en gelişmiş ve uygar ülke olarak sayılacaktır. Bu sınıfta yer alabilmek adına ülkemizin dünya genelinde bisiklet kullanımı en yaygın ülkeler arasında yerini alması oldukça önemli olacaktır.

Apexbike’ın verilerine göre, dünya genelinde bisiklet kullanımı en yaygın olan 10 ülkenin 8’i Avrupa kıtasında bulunuyor ve kişi başına düşen bisiklet sayısına bakıldığında ‘’Bisikletçiler Ülkesi’’ olarak bilinen Hollanda bu listenin en tepesinde kendini gösteriyor. Hollanda’da halk bisiklet ile günlük ortalama 3 kilometre yol yapıyor ve sadece bisiklet kullananlar için ayrı bir yol inşa eden Hollanda hükümeti, vatandaşlarını bisiklet kullanmaları için teşvik ediyor. Bu doğrultuda Hollanda Başbakanı Mark Rutte dahil birçok bürokrat işe giderken düzenli olarak bisiklet kullanıyor. Ayrıca Hollanda, okul müfredatının zorunlu bir parçası olan bisiklet yeterlilik dersleri ile öğretimde de rol oynamaktadır. İlk iki tekerli araç olarak 1790’lardan beri hayatımızda bulunan bisikletin 2050 yılında dünya ölçeğinde toplam sayısının 5 milyara yükseleceği tahmin edilirken bu sayı, yılda üretilen araba sayısının da neredeyse 2 katı.

Cyclist Türkiye’nin yaptığı araştırmaya göre, Türkiye’de 20 yaş altındakilerin bisiklet kullanım oranı %14. Bu oran, 20-34 yaş arasında %38 ve 35-44 yaş arasında bisiklet kullanım oranı ise %24 olarak karşımıza çıkıyor. Ülkemizdeki yaş ile bisiklet kullanım oranı Avrupa ülkeleri ile kıyaslandığında, bisikletin daha ziyade genç işi olarak düşünüldüğünü söylemek yanlış olmayacaktır. Yetişkinler arasında neden bisiklet kullanmıyorsunuz sorusuna “yaşıma uygun” bulmuyorum cevabını verenlerin sayısı hiç de az değildir. Nedense ülkemizde bisiklet ilk öğretim çağında öğrenilmesi zorunlu ama daha sonra kullanımı gereksizmiş gibi son derece yanlış bir algı ile karşı karşıya bırakılıyor. Unutmayın ki bisiklet sadece çocuklarınıza eğlence amaçlı aldığınız bir araç değildir ve siz ebeveynler bisiklet alarak sorumluluğunuzdan sıyrılamazsınız. Artık onlar ile bisiklete binmek ve bisikletlerini hayatın maceralarında güvenilir yoldaşları olarak göstermekle de yükümlüsünüz.

Bisiklet kültürünün pekiştirilmesi adına ülkemizde de iyi örnekler gittikçe artmaktadır. Konya, 515 kilometre uzunluğundaki bisiklet yolları ile zirvede yer alırken İstanbul 160 kilometreyle ikinci, Eskişehir’de de 65 kilometreyle üçüncü sırada bulunuyor. Çevreye zarar vermeyen yapısı, kullanım alanı ihtiyacının motorlu taşıtlara göre çok daha az olması, toplumun çoğu kesimi tarafından satın alınabilecek derecede ilk yatırım ve işletme maliyetlerinin düşük olması hem kullanıcısına hem kente, hem de ülke ekonomisine sağladığı yararlar nedeni ile bisiklet kullanımı bir “kent içi ulaşım türü” olarak şehirlerimizde yaygınlaştırılmalıdır. Isparta’da bisiklet kullanıcıları ile gerçekleştirilen bir çalışmanın sonuçlarından da görüleceği üzere; (i) taşıt ve bisiklet trafiğinin yoğun olduğu koridorlarda bisikletler için taşıt trafiğinden ayrılmış şeritler ve yollar yapılması, (ii) bisiklet yolculuklarının yoğunlaştığı başlangıç ve hedef noktaları arasında kesintisiz bir şebeke oluşturulması, (iii) toplu taşıma ve raylı sistemlerle bisiklet arasındaki bütünlüğün arttırılması ve (iv) şehir için bir bisiklet ulaşım vizyonunun ortaya konması ve bu doğrultuda hedef projeleri üretmesi gibi düzenlemeler şehirlerimizdeki bisiklet kullanıcılarının sayısını şüphesiz ki artırıcı nitelikte olacaktır. Yazar Dücane Cündioğlu’nun belirttiği gibi;

“Uygarlaşmanın ölçütü uzaya çıkmak ile değil bisiklete binmekle gerçekleşecektir”.

Ne mutlu insanlık için pedallayanlara.